Bugün' e başlarken hava serin fakat pek bulutlu değildi. Birtaneciğimle, canım kardeşimle Taksim'de buluşup önce ne zamandır görmeyi istediğim Cezayir sokağını gezdik, dolaşırken artık tâkatimin kalmadığını hissettim. Anladımki ben 1 saat bile gecikmelide olsa aç kalamıyormuşum. Hemen öğle yemeğimizi yemek için kendimizi en yakın restauranta attık. Eski enerjim yerine geldiğinde hadi bitaneciğim gezmeye devam, varmısın diye sordum. Evet yanıtını alınca saatin ilerlemiş olmasına bile aldırmadan yeniden yola koyulduk.
Önce Taksim'den Sarıyer' e geçip Sarıyer Muhallebicisi'nde tatlılarımızı yedik. Daha sonra Rumeli Feneri'ne gittik. Tabîî bu süreçte havada iyice kapatmış, bulutların rengi suya yansımış deniz kararmış, hava iyice soğumuştu.. yılmadık uzun ve yeşilliklerle dolu fener yolunun sonunda önce balıkçı kasabası olan şirin mi şirin Garipçe' ye uğradı otobüs. Yolcu indirip yenilerini aldıktan sonra Fener' e kıvrıldı. Aklım Garipçe' de kaldı..
Fener köyünün halkı genellikle Karadenizden göç etmiş yerli halk. Köye bir yabancının girdiğini hemen anlıyorlar ve ona göre davranıyorlar. İnsanları çok içten, çok samimi.. İndiğimiz yerden sadece bir parça denizi görebildik önce. Ortada fener filan yoktu. Yaşlı bir teyzeciğimizin yardımı ile tarihi fenere ulaştık. Yolda bize fenerde ne dilersek gerçekleşeceğini söyledi, bizde sözüne itimat edip bir iki dilekte bulunmayı ihmal etmedik :) Bir kaç fotoğraf çekimi sonrası Bursa' dan gezi için gelmiş olan bir çift ile karşılaştık. Feneri gezmek istiyorlardı. Fener ile ilgilenen bey önde, bizler arkasında içeriye girdik. Fotoğraflarda da gördüğünüz gibi içerisi bir yatır.. Gördüğümde çok şaşırdım. Hiç duymamış ve okumamıştım orada Sarı Saltuk Dede' nin yattığını. Hımm... demekki o yaşlı teyzeciğim doğru söylemiş. Dileğimizi diledik, bu güzellikleri görecek sağlığımız, sıhhatimiz, gücümüz olduğu için duamızı ettik. Tam çıkıyorduk ki, tatlı dilli, güler yüzlü fener görevlisi arkamızdan seslendi. Hemen fenerin dibinde yer alan 2 odalı bir yer vardı. Meğer orası müzeymiş, bize orayı gezdirmek istemiş. Kırarmıyız hiç. 1930 lardan bugüne ne var ne yok ise herşey orjinal şekli ile orada görülmeyi bekliyormuş ... Beyefendi bize her biri için ayrı ayrı bilgi verdi. Kendisi Selanik' ten gelmeymiş, eşi ise halis muhlis Rize'liymiş efendim. Şive olarak karadeniz şivesini kullandığı dikkatimizi çekince, bu köyde hep karadenizliler yaşıyor, eee hanımda Rize'li olunca benimde dilim böyle alıştı diye küçük bir açıklama yaptı bize.. En güzel zamanları Haziran ayıymış, Sıcaktan bunaldığında insanlar püfür püfür esen fenere kaçarlarmış, kışında bir o kadar soğuk olurmuş. Mevsimler her yerden 2 ay önce gelir buraya dedi. Kışımız erken başlar yazımız geç biter...
Ne mutlu size dedik... Yeşilin en güzeli, mavinin en hırçını, balığın en bol bereketlisi,karadeniz ve marmaranın son noktası birbiri ile kaynaştığı huzurun, sakinliğin, samimiyetin ve dostluğun iç içe geçtiği bir mekan ve zamanda yaşıyorsunuz.. Grilerin içinde, yeşilliğe ve mavi suya hasret biz size çok özendik.. İşte böyle dostlar bende birgün hep hayalini kurduğum mavi ve yeşilin bir arada bulunduğu, sonsuz huzuru bulacağım yerde yaşayabilecekmiyim diye hayaller kurarak geçiriyorum günlerimi..
Olur mu dersiniz, hayaller gerçeğe dönüşür mü ?
30 Mart 2008 Pazar
CEZAYİR SOKAĞI, GARİPÇE VE RUMELİ FENERİ- 29.03.2008
Etiketler:
GEZİ,
Yakın Yerler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder